Tweet |
Yaklaşık 5 yıldır Manavgatta yaşayan ve MYO.da tarihçi Öğretim Görevlisi Dr.Erkan Dağlı,katıldığı Manavgatlı yazarlar gurubuna ‘Darülfünundan Üniversitesiye Mülteci Alman Bilim insanlarının Türk Yükseköğretimine Katkıları’ isimli kitabıyla merhaba dedi. Yazarımız Dağlı’nın Bu yeni kitabı ayrıca M. Kemal Atatürk’ün vasiyeti üzerine TTK tarafından burslandırılmıştır.
Eserin hazırlanmasındaki en önemli husus ise Atatürk, İş Bankası gelirlerinin bir kısmının Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nda yüksek tahsil yapan öğrencilere burs olarak verilmesi için vasiyet etmişti.Bu kapsam da Türk Tarih Kurumu tarafından adı geçen eser araştırma için önemli görülmüş ve projelendirilerek bursla desteklenmişti. Atatürk’ün vasiyetinden bu şekilde faydalandığım için ayrıca onur ve gurur duyduğumu belirtmek isterim. Bu çalışma Türk Tarih Kurumu’nun katkıları ve destekleri ile hazırlanmıştır.
Manavgat MYO.Okulu öğretim elemanlarından (Tarihçi) Öğr. Gör. Dr. Erkan Dağlı yeni kitabının imzalı bir adedini. MYO.Müdürü Doç.Dr. Fatih Uslu’ya hediye etti.
YAZAR ERKAN DAĞLI KİMDİR ?
“Darülfünun’dan Üniversiteye Mülteci Alman Bilim İnsanlarının Türk YüksekÖğretimine Katkıları “konulu eserin yazarı 1985’te Gaziantep’te dünyaya gelmiştir. Yazar ilk-orta ve lise eğitimini Manavgat’ta okumuştur. 2006-2010 yıllarında Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde lisans eğitimini tamamlamıştır. Aynı Üniversite’de 2010-2013 yıllarında Yüksek Lisans eğitimini tamamlamıştır. Yazar Lisans ve Yüksek Lisans sürecinde Erasmus değişim programları ile Berlin Freie Üniversitesinde eğitim görmüştür. Yazar 2013’te Atatürk Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi olarak akademiye girmiş ve Doktora eğitimini 2020 yılında tamamlamıştır. Yazar 2017’den itibaren Akdeniz Üniversitesi’nde Dr. Öğretim Görevlisi olarak akademik hayatına devam etmektedir. Yazar evli ve 2 çocuk babasıdır.
KİTAP HAKKINDA GENEL BİLGİLER
Bir Çin atasözünde eğitimin nasıl bir değer olduğu şu sözlerle çok güzel ifade edilmektedir: “Bir yıllık plan yaptıysanız pirinç ekin, on yıl için ağaç dikin, yüzyıl için ise insanları eğitin” sözüyle Atatürk’ün hedeflediği Türkiye eğitim yoluyla aydınlatılmak istenmişti. Bunun en iyi örneklerini Milli Mücadele’nin en kritik döneminde öğretmen ve öğrencilerin askerlikleri tecil edilmesi ve Ankara’da 15-16 Temmuz 1921’de Maârif Kongresi toplanmasıdır. Ülke topyekûn savaş halinde olmasına rağmen Atatürk’ün emriyle bir yandan da eğitim faaliyetleri sürdürülmüştü.
Atatürk, 1 Kasım 1933’te TBMM’nin açış konuşmasında, Üniversite Reformu hakkında şu ifadeleri söylemişti: “Arkadaşlar! Üniversite tesisine verdiğimiz ehemmiyeti beyan etmek isterim. Yarım tedbirlerin kısır olduğuna şüphe yoktur. Bütün işlerimizde olduğu gibi Maârifte ve kurulan üniversitede de radikal tedbirlerle yürütmek kati kararımızdır.” Üniversite Reformu doğrultusunda Türkiye’ye hangi Alman mülteci bilim insanlarının geleceği konusunda ise Atatürk; “bu ülkeye ve bu millete gelecekse en iyisi gelip hizmet etmelidir” diyerek alanında dünyaca tanınmış mülteci bilim insanlarına ülkenin kapılarını açmıştı. 1933 Üniversite Reformu’nun baş mimarlarında Maârif Vekili Dr. Reşit (Galip) Bey, “NotgemeinschaftDeutscherWissenschaftler in Ausland/Yurt Dışındaki Alman Bilim Adamları Yardım Cemiyeti” Başkanı Prof. PhilippSchwartz’a Türkiye hakkında şunları söylemişti: “Biz fakir bir memleketiz. Sizlere layık olduğunuz ücretleri veremeyeceğiz. Fakat Mustafa Kemal’in kurduğu bu genç Türkiye Cumhuriyeti’nde sizler yeni bir Rönesans devri açacaksınız. Burada doğacak yeni ilmin feyizli ışıkları bütün dünyayı aydınlatacaktır.”
Prof. PhilippSchwartz ise, Türkiye’ye doğru oluşan bilim göçü hakkında; “Amaç yalnızca yaşamımızı güvence altına alacak bir işyeri bulmak değildi. Bütün emelimiz; yeteneklerimizi geliştirmeye ve varoluşumuzu sağlayan düşünce yapısına ve bilime olan borcumuzu ödeyebileceğimiz bir hizmeti verebilecek bir ortamı bulmaktı” demişti. Bu ortamı Türkiye’de bulma imkânı eldenmülteci bilim insanları, Türk Yükseköğretiminin gelişmesinde üst düzey katkı sağlamışlardı. Hatta bazı bilim insanları Türkiye’yi ikinci vatan olarak görmüş ve o değerde bilim üretmişti. Ünlü Tıp Doktoru Prof. Erich Frank anılarında Türkiyehakkındaşunları kaleme almıştı: “Memleketimden sürgün edileceğimi kederle anlamak zorunda kalınca, sadece Türkiye beni kabul etti. Burası benim memleketim. Buradan gidemem ve bana gösterilen iyiliğe karşılık nankörlük edemem.”
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere Türkiye’de eğitim alanında yapılan en önemli adımın Üniversite Reformu olduğu; bu kapsamda Hitler’in ırkçı politikalarından canlarını zor kurtaran özellikle Yahudi bilim insanları, hem yeni bir yaşam hakkı hem de ilimlerini uygulayabilecekleri yepyeni bir ülke bulmuşlardı. Bu çerçevede “Darülfünûn’dan Üniversiteye Mülteci Alman Bilim İnsanlarının Türk Yükseköğretimine Katkıları” konulu eser 5 bölümden oluşturuldu.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini kültür olarak tanımlamaktaydı. Türk kültürünün yüksek karakteri O’na göre yüksek bir medeniyet oluşturabilecek durumdaydı. Çağı yakalayan bir medeniyet anlayışını işaret eden Atatürk, bunun pozitif bilimlere dayanan bir çabayla mümkün olduğunun bilincindeydi. O’nun kurduğu Cumhuriyet, yalnız siyasi anlamda ilerlemeyecek, müspet bilim anlamında da çağı yakalayacak, yenilikleri takip edecekti. Bu bağlamda sadece ilim ve feni kullanan değil, üretebilen bilim insanlarının yetiştirilmesinin önemine de vurgu yapmıştı. Sakarya Zaferi kazanıldığında Mustafa Kemal Paşa’ya; “İşte zaferi kazandınız, şimdi ne yapmak isterdiniz?” diye soranlara; “Milli Eğitim Bakanı olarak memleketimin irfanına hizmet etmek isterdim”diye cevap vermişti.
Genç Cumhuriyet, eğitim ve kültür üzerinde titizlikle durmuştu. Bu kapsamda Cenevreli Pedagoji Profesörü ve Siyaset Bilimcisi Albert Malche, mevcut Türk üniversitelerinde reform gereksinmelerini, olanaklarını araştırmak ve gerekli önerileri yapmak üzere Türk Hükümeti tarafından bir rapor hazırlamakla görevlendirilmişti. Prof. A. Malche’nin hazırladığı raporu Atatürk tüm ayrıntılarıyla inceledikten sonra, yeni bir üniversite kurulmasına ilişkin talimatını vermişti. Daha sonra da 31 Temmuz 1933’te Darülfünûn’un lağvedilerek yerine 1 Ağustos 1933’te İstanbul Üniversitesi kurulmuştu.
Yeni kurulacak üniversitenin kadrosunun oluşturulmaya başlandığı sıralarda Almanya’da, Türkiye’yi olumlu yönde etkileyecek gelişmeler yaşanmaya başlamıştı. 1933’te iktidara gelen Nasyonal - Sosyalist Parti yani Naziler ülkedeki Yahudi kökenli, liberal ve sosyal demokrat insanları sindirmeye yönelik girişimlerde bulunmuştu. Bu kişilerin haklarını kısıtlayan ilk olay 7 Nisan 1933 tarihinde çıkarılan; “Devlet Memuriyeti’nin Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun” ile Yahudileresiyasi olarak güvenilemeyeceğini, bunun için kamu memur ve devlet hizmetlerinden çıkartılmaları hakkında kanun yürürlüğe girmişti. Bunun üzerine Almanya, tarihindeki en büyük beyin göçü ile karşı karşıya kalmıştı.
Yani Almanya’da yaşayan Yahudi ve Hitler muhalifi bilim insanları için bu ırkçı politikalar zulüm olurken 1933’te çağdaş bir üniversite için inkılap yapan Atatürk Tükiyesi için bulunmaz imkan olmuştur. Çünkü Türkiye’ye mülteci olmak zorunda kalan çoğu bilim insanı Ord. Profesördü ve hepsi o zamanın şartlarında dünyanın en saygın bilim insanları idi. İlk etapta 33 bilim insanı gelmişse de bu sayı ilerleyen süreçte daha da artmış ve hem Ankara hem İstanbul’da görev yapan mülteci profesörler sayısı aileleri ile beraber 600 kişinin üzerinde insan Atatürk Türkiyesine sığınmıştır.
“Darülfünûn’dan Üniversite Sürecine; Türkiye’ye Gelen Mülteci Alman Bilim İnsanları” konulu çalışma ile birçok meslek grubundan olumlu yönde geri dönüşler aldım. Çünkü birçok alanda mülteci bilim insanı Türkiye’de görev yaptığından; Bir ziraat, iktisat, hukuk, sosyolog ve doktor gibi hemen hemen her meslekteki insanların ilgisi ile karşılaştım. Göz tedavisi için gittiğim doktorla gelişen sohbet üzerine çalışma konumu sorunca;“Mülteci bilim insanlarının Türkiye’ye katkılarını çalışıyorum” dedim. “Hatta sizin alanınızda mülteci Prof. Dr. JosepIgersheimer İstanbul Üniversitesi’nde görev yapmış ve çok fazla göz doktorunun yetişmesine katkı sağlamıştı” dedim. Doktor ise:“JosepIgersheimer’ın hocasının hocası olduğunu ve eser bittikten sonra mutlaka okumak istediğini” söyledi.
Gelen mülteci bilim insanı Türkiye’yi İKİNCİ VATAN olarak görmüşlerdir. Bu konu hakkında şu bilgi çok değerlidir. Hukuk Profesörü ErnstHirsch1941’de Alman vatandaşlığından çıkarılınca Türk Vatandaşlığına geçmişti. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak Ernst“Hirş” soyadını almıştı. Yaşamının sonuna kadar Türk vatandaşı olarak kalmıştı. 1945’te İstanbul’da dünyaya gelen oğluna “Enver Tandoğan” adını koymuştu. Enver’i, Enver Paşa’dan dolayı Tandoğan’ı da dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’dan esinlenerek koymuştu
Mustafakutun
merhabaşelale.com