LÜTFEN MUTLAKA OKUYUN
Yaşamı hiç bitmeyecekmiş gibi yaşarken, aslında biteceğini bilerek yaşamak belki de insana verilmiş en büyük imtihan aracıdır; hayatı elinde tutamamak ve daima ona ne sığdıracağının arayışında olmak.
Güneşin batması ve doğması, gece gündüzün şaşmadan her gün selamlaşarak birbirinin yanından geçmesi ve hayat elimizde olmadan devam ederken, güneşinizin artık sadece bir hafta daha doğacağını bilmek size neler hissettirirdi?
Bir haftalık ömrün kalsa, hayat şartlarını, imkanlarını ve seni sınırlayan her şeyi yok etsek, neler yapmaya çalışırdın?
Sevdiklerimizin değerini ölmeden bilsek, sevdiklerimizle hayatımızı sevdiğimiz gibi yaşasak. Hayalleri ertelemesek, dürüst olmaya çalışsak, kimseyi kırmasak, bedel ödemeden, hak yemeden, kendimize sınır koymadan, olmayacak şeyleri oldurmaya çalışıp kimsenin hayalleriyle oynamadan, her gün ölecekmiş gibi tadına varsak, ama hiç ölmeyecekmiş gibi, her şeye ve herkese bağlansak. Korkularımıza yenilmesek, geç kalmasak kimseye, hiçbir şeye.
Ne yaşanmışlıklardan, ne de yaşanmamışlıklardan ötürü pişman olmasak. Kimseyi yaşattıklarımızdan ötürü pişman etmesek. Hayatı yarın yokmuşuz gibi değil de, gerçekten bir gün yarınlarda olmayacağımızı bilerek yaşasak. Yaşam gece ile gündüz gibi batıp doğmaya devam eden bir gün değil ki. Nihayetinde hayat başrolünü bizim oynadığımız, başı ve sonu olan ve kesinlikle ikincisi yapılmayan the end le bitecek bir film gibi. Herkes kendi filminde kendi hayatının güneşi olup, başrolünü Oscar’lık oynayıp gitse keşke…
Can Yücel'in hayatı tersten yaşamak şiiri bize ders niteliğinde bir sunum sizi bu güzel şiir ile başbaşa bırakıyorum.
Tersten Yaşamak
Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir..
Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak
Daha güzel,
hatta mükemmel olurdu.
Nasıl mı?
Camide, musalla taşında uyanıyorsunuz.
Bir tahta sandık içersinde,
Herkes karşınızda saf durmuş,
iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette.
Tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun ve
ağırbaşlı olarak. Herkes etrafınızda,
büyük bir itibar, iltifatlar,
çocuklar torunlar hepsi hazır.
Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.
Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor,
aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz.
Ne güzel, hazır maaş, hazır ev….
Altmışlı yaşlara kadar her
şey garanti,
huzur içinde yaşıyorsunuz.
Sağlığınız gittikçe düzeliyor,
kaslar güçleniyor,
kuvvetleniyorsunuz.
Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk
başladığınız gün size hoş geldin
hediyesi olarak bir plaket ve altın kol
saati veriyor patronunuz..
Genel Müdürlük veya bunun gibi yüksek bir
makamdan tecrübeli bir insan
olarak işe başlıyorsunuz.
Herkes karşınızda el pençe divan…
Vücudunuzda da bazı hoşa giden
dirilişler de başlıyor.
Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz.
Diğer hormonsal aktiviteler
artıyor, fevkalade….
Aman ne güzel günler başlıyor…
Derken bir gün
patron size artık üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor.
Bu arada babanız ortaya çıkmış, “fazla çalıştın” diyor,
“artık eve dön, işi bırak,
okumaya başla, harçlığın benden olsun…”
Keyfe bakar mısınız?
Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor.
Ekmek elden, su gölden bir dönem başlıyor.
Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor.
Derken, anne ve babanız sizi götürüp
getirmeye başlıyor,
araba kullanma derdi de yok artık….
Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar,
“evde otur, keyfine bak,
oyuncaklarınla oyna”
diyorlar..
Mamanız ağzınıza veriliyor,
zaman zaman altınızı bile temizliyorlar,
hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve
hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.
Derken
anneniz bir gün size süt verme kararını
alıyor ve
başka bir keyifli dönem başlıyor.
Mama artık her yerde,
her an ve
en taze şeklinde hazır.
Bir gün
karanlık fakat güvenli ve ılık bir ortama
giriyorsunuz.
Beslenmek için
ağzınızı açmaya dahi gerek yok;
Bir kordondan besleniyor,
sıcacık,
yumuşacık,
gürültü ve patırtısız bir
ortamda döne döne yaşıyorsunuz.
Sonra küçülüyor, küçülüyor,
ufacık bir
hücre halini
alıyorsunuz. Ve günün
birinde
hayatınız bitiyor…